20 Şubat 2013 Çarşamba

Aziz Pavlov'un Köpekleri

   
 
 
Pavlov'u tanıyanlar, yaptığı ünlü deneyi bilenler vardır. Bilmeyenler için kısaca hatırlatalım; Pavlov Leningradlı(yani St. Petersburglu) bir hekim. Aynı zamanda fizyoloji ve psikoloji alanında da ciddi çalışmalar yapmış. Ivan Pavlov'u dünya çapında üne kavuşturan ise köpeklerle yaptığı bir deney olmuş. Pavlov'un köpekler üzerinde yaptığı bu deneyler "klasik koşullanma deneyleri" olarak adlandırılmış. Şöyle ki; Pavlov köpeğe zil çalıyor, köpekten bir tepki yok. Sonrasında köpeğe et verdiğinde köpeğin salyaları akmaya başlıyor. Daha sonra eti verirken zili çalıyor. Köpeği bu şekilde alıştırdıktan sonra et vermeden yalnızca zili çaldığında, deneyin başındakinin aksine köpeğin salyaları akmaya başlıyor. İşte bu olay literatürde "Şartlı (Şartlandırılmış) Refleks" olarak isimlendiriliyor.

Pavlov her ne kadar kobay olarak köpekleri kullansa da klasik koşullananlar aslında insanlar. Kimin neye koşullandığı, neyi görünce/duyunca salyalarının aktığı ise her insanın karakterine göre değişiyor. 2.5 senedir devam eden şike süreci, kimin neye koşullandığını tespit etmemiz ve daha önceki tespitlerimizi doğrulamamız açısından oldukça faydalı oldu.

Bu şekilde bir süreç yaşanan normal bir ülkede olması gereken nedir? Şike yaptığı tespit edilen başkanların,yöneticilerin,futbolcuların, kasıtlı olarak manüplatif haber yapan gazetecilerin, televizyoncuların ve şikeye çanak tuttuğu aleni olarak belli olan insanların bu olaylar sonunda yüzleri kızarmalı, utançlarından insan içine çıkamamalılar,hatta ülkeyi terketmeliler. Peki güzel ülkemizde neler yaşandı? Aziz Yıldırım'ın şampiyonluk sonrasında "isimsiz kahramanlar" olarak bahsettiği tüm isimler bir şekilde sadakatlerinden dolayı ödüllendirildi ve ödüllendirilmeye devam ediliyor. Zira güç hala onların elinde. Detaylandıracak olursak;

Aziz Yıldırım,Şekip Mosturoğlu,İlhan Ekşioğlu,Alaeddin Yıldırım. Tamamı şike sürecinde suçlu bulunmuş isimler, tamamı görevde. Hikmet Karaman; yasanın çıkış tarihi Nisan olduğu için ceza almaktan kurtulmuş bir isim, yaptığı ahlaksızlığa rağmen kolayca iş bulabiliyor. Bülent Uygun; tapelerdeki iğrenç konuşmaların sahibi kendi değilmiş gibi hapishanede ilmihalle poz verip "Sular soğuk,abdest alamıyoruz" diyecek kadar iki yüzlü bir insan, baş şikecilerden, iş konusunda hiç sıkıntısı yok, hemen hemen hiç boşta kalmadı. İbrahim Akın; Gaziantep sahip çıktı, futbol oynayamıyor ama 3 senelik mukavelesi var. İskender Alın; Boluspor'da. Şakacı Emre B., ait olduğu yere, değerlerine yakışır takımına döndü. "Maç satan karısını satar" diyen başkan, hala başkan. Korcan Çelikay, aktif futbol yaşantısını sürdürüyor. Gökçek Wederson; hala futbol oynuyor. Hasan Çetinkaya; Fenerbahçe'deki görevine devam ediyor. Samet Güzel; başka bir sebeple işini bırakana kadar görevine devam ediyordu. Serdar Kulbilge; futbola Boluspor'da devam ediyor.

Tahir Kum, Sinan Engin, Şansal Büyüka ve daha onlarcası... Onlar da hala görevlerinin başında ve aynı dürüstlükle(!), aynı pişkinlikle çalışmaya devam ediyorlar.. Hatta sistem öyle bir işliyor ki bir bakıyorsunuz FB mitinginde sunucu olan eski bir popçu çok kısa süre içinde TRT'de göreve başlıyor.Ve daha niceleri... Sistem sadakati ve kendisine yakın olan insanları kesinlikle ödüllendiriyor.

Peki tüm bunların Pavlov'la ne alakası var? Türkiye'de güçlüden yana olmaya özenen, bu sistemin içinde olmaya özenen ve olan o kadar çok insan var ki.. Yukarıda saydığım yöneticiler, teknik direktörler, futbolcular,hakemler bu güç odaklarının ağzından çıkacak kelimelere bakıyorlar. Bu Aziz insanlar konuşmaya başladıkları anda da ağızlarından salya akıtmaya başlıyorlar. Söylenen sözlerin içeriğinin hiç bir önemi yok, bu sadakat hali ve salya akıtma olayı refleks haline dönüşmüş. Ve güç odakları sadakati o kadar güzel ödüllendiriyor ve bu sadık köpeklerine o kadar sahip çıkıyor ki yaptıkları namussuzluklar bu köpeklerin umurlarında bile olmuyor.

Bu konuda bir de Mehmet Berk'ten teyit alalım, bakalım İddianame'de neler yazmış; "Örgütte cezalandırma ve mükafatlandırma stratejisinin titizlikle uygulandığı; örgüt içerisinde bir yaptırım mekanizmasının bulunduğu, Aziz Yıldırım’ın örgüt üyelerini azarladığı, şike faaliyetlerinde başarısız olan örgüt üyelerinin örgütten dışlandığı, örneğin; 07.03.2011 günü oynanan Gençlerbirliği:2-Fenerbahçe:4 maçında Aziz Yıldırım ve İlhan Ekşioğlu’nun talimatlarıyla şike faaliyetlerinde bulunan ve bazı futbolcularla görüşen örgüt üyesi Doğan Ercan’ın; şike konusunda anlaştığı futbolcuların maçta iyi oynamaları nedeniyle, sonraki maçlarda şike faaliyetlerinde görevlendirilmediği, para dağıtımından pay alamayan şüphelinin görev istediği, ancak Alaaddin Yıldırım ve İ.Ekşioğlu’nun bu talepleri reddettikleri (bu konu aşağıda ayrı bir başlık halinde ele alınmıştır), örgüt içerisinde şike faaliyetleri yürüten ve başarılı olanlara ise gerek peyderpey gerekse lig sonunda toplu olarak para dağıtımı yapıldığı, bu bağlamda; futbol takımının şampiyon olmasının akabinde; yoğun şekilde çalışan bazı üyelerin mükafatlandırıldığı, örneğin; Ali Kıratlı’nın Kıbrıs’a tatile gönderildiği, Abdullah Başak’a ligin bitiminde İlhan Ekşioğlu tarafından Mini Cooper marka araç satın alındığı "...

Mehmet Berk'in tüm bu yazdıkları, yukarıda da örneklendirildiği gibi süreç sonrasında da aynı şekilde işlemeye, sadakat ödüllendirilmeye devam ediyor ama gören kim?

Mevcut şartlar altında yapılması gereken iş; salyalarını akıtanlarla, kraldan çok kralcılarla, kula kulluk edenlerle mücadele etmeye, sistemin tekerlerine çomak sokmaya ölene kadar devam etmek..

Ah bir de bu mücadelede içeriden vurulmasak...

11 Şubat 2013 Pazartesi

Elde Var Hüzün

Hakan Kulaçoğlu üstad dünkü maçı "Elazığ maçının bir benzeri" olarak nitelemiş. Sivas mağlubiyeti ve mağlubiyetin şekli beni ise çok daha eskilere götürdü; 2010-2011 sezonunun 2. yarısında Kadıköy'de Fenerbahçe'ye 2-0 kaybettiğimiz maça. Maç skorundan da öte o maçla bu maç arasındaki en önemli benzerlik ve mağlubiyetlerdeki ana faktör rakiplerin yaptığı sistematik sertlikti. Ve buna müsamaha gösteren hakemler; o gün Bünyamin Gezer, dün Süleyman Abay. Sivas'ın taktiği belliydi; çalım yersen tekme at. Hakem de buna çanak tutunca Tolunay Hoca'nın da söylediği gibi futbol izleyemedik.

Sertliğe müsamaha göstererek maçın gidişatına önemli etkisi olsa da "tüm suçlu hakemdir" dersek bazı oyuncularımızın üstün(!) performanslarına haksızlık etmiş oluruz. Tolunay Hoca'nın maçtan sonra söylediği gibi Sivas'ta kavga etmeden maç kazanmak zor. Mahallede kavgaya gitsem dünkü kadrodan çağıracağım isimler Zokora,Serkan,Giray,Colman olur. Sivas'ın dünkü sertliği karşısında onlar bile yumuşak kaldı. Özellikle Zokora boğuşmak & savaşmak yerine yaptıkları ve yapmadıklarıyla takıma ihanet etmeyi tercih edince dünkü gibi bir ilk 70 dakika yaşadık. Zokora öyle bir performans gösterdi ki kırmızı karttan sonra eksikliğini hissetmedik bile. Meslektaşına attığı tekme ise ayrı bir terbiyesizlik, Erman kendisine "nigger" falan demediyse tabi.

Tolunay Hoca'nın "Savaşmadan,kavga etmeden burada kazanmazdık" söylemine ne kadar katılıyorsam "2-2'ye getirecek, hatta kazanacak pozisyonlara girdik" söylemine ise bir o kadar katılmıyorum. Pozisyonlara girdiğimiz doğru, özellikle seri paslarla Halil'in kaleyi bulamadığı pozisyon güzel bir pozisyondu ancak bizim üstün oyunumuzdan ziyade Sivas'ın 2-0'dan sonra gevşemesiyle oluştu bu pozisyonlar, kanaatim bu.

Maçın kırılma anı, Halil'in 2. yarının hemen başında kaçırdığı pozisyon oldu. Skoru dengeye getirsek belki maçın senaryosu değişebilirdi.

Bireysel performanslara baktığımızda olumlu manada göze batan tek bir isim bile olmaması üzüntü verici. Mücadelesinden ötürü biraz Colman, kısa süre oynasa da biraz da Soner diyebiliriz belki biraz zorlasak.Onur bile gününde değildi (ilk golde çıkıp alabilirdi bence), o kadar kabus bir gündü yani. Hata demişken; Giray'ın 2. gol öncesi sırtı dönük ve rakiplerce kuşatılmış Adrian'a attığı pas, kaptırılan gol ve golden sonra Giray'ın dönüp Adrian'a kızması da ibretlikti...

Bir takımı oynatan forvettir, bizim forvetimizin ise ayakta durmaya mecali kalmamış. Topa vurmadan önce kendi kendine düşüyor. Fiziksel olarak bitik olmasından ziyade asıl vahim olan olay psikolojik olarak bitmiş olması. Kendine güveni kalmamış futbolcudan ne kendisine ne de takımına hayır gelir. Dolayısıyla Tolunay Hoca, Halil'i hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendine getirmek gibi bir mucizeyi başaramayacaksa- ki bence zorlamamak lazım artık-, bir an önce Janko'lu bir takım oluşturmalı. 2 haftadır yabancı kısıtından dolayı forvette Halil'i tercih ettiğini düşünüyorum ama artık diğer mevkideki yabancıların birinden vazgeçip forvet tercihini değiştirmek zorunda. Aksi halde kredisini erken tüketebilir.

Borjan'a ayrı bir paragraf açmamak olmaz; yaptığı resmen terbiyesizlik, profesyonellikle falan alakası yok. Sivas teknik ekibinden birisinin ya da Sivasspor oyunculaırnın kendisini -en azından son 5 dakikada- ikaz etmemesi ise anlaşılır gibi değil. Zaten Sivas'ta yıllardır bu sorun var; Sivasspor galipken top toplayıcılar bile topu abartılı geç verme konusunda profesyonelleşmişler.

Yeri gelmişken şunu da söyleyelim; bu tarz -tamamen işin çakallığında- (sistematik sertlik + zaman geçirme) bu kadar takımı olan ve buna çanak tutan onlarca hakemi olan bir ligde kaliteden bahsetmek mümkün değil.

Biraz da saha dışından bahsedersek; 3 Temmuz'dan bu yana tek beklentisi "dik duruş" olan ve şike sürecinin hatrına yönetimin birçok yanlışını tolere eden Trabzonspor taraftarı dün mağlubiyetten daha çok aşağıdaki fotoğraftan ötürü yıkıldı. Hadi çok iyi niyetli davranıp "Şeref Tribününde mecburen yanyana oturdular" desek, otelde -muhtemelen maçtan önceki akşam- çekilmiş olan aşağıdaki fotoğrafı nasıl açıklayacaksın Başkan?




6 Şubat 2013 Çarşamba

Adalet&Güç Üzerine

17. yüzyılda yaşayan Fransız düşünür Blaise Pascal 'ın "Adalet&Güç" üzerine söyledikleri ne kadar da güncel ve Şenol Güneş başta olmak üzere Türkiye'de sistemden desteklenmediği için mağdur olan insanların günümüzde söylediklerini nasıl da anımsatıyor değil mi?



"Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır.

Gücü olmayan adalet acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim.

Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır.

Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerekir;

Bunu yapabilmek için de adil olanı güçlü, güçlü olanın ise ... adil olması gerekir.

Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti.

Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."

(Blaise Pascal)


Konuyla ilgisi olması hasebiyle bordomavi.net(BMN) tarafından açılan bir pankarta bağlayarak bitirelim: "Adalet Hırsızları Kalkındırmaz!"