20 Şubat 2013 Çarşamba

Aziz Pavlov'un Köpekleri

   
 
 
Pavlov'u tanıyanlar, yaptığı ünlü deneyi bilenler vardır. Bilmeyenler için kısaca hatırlatalım; Pavlov Leningradlı(yani St. Petersburglu) bir hekim. Aynı zamanda fizyoloji ve psikoloji alanında da ciddi çalışmalar yapmış. Ivan Pavlov'u dünya çapında üne kavuşturan ise köpeklerle yaptığı bir deney olmuş. Pavlov'un köpekler üzerinde yaptığı bu deneyler "klasik koşullanma deneyleri" olarak adlandırılmış. Şöyle ki; Pavlov köpeğe zil çalıyor, köpekten bir tepki yok. Sonrasında köpeğe et verdiğinde köpeğin salyaları akmaya başlıyor. Daha sonra eti verirken zili çalıyor. Köpeği bu şekilde alıştırdıktan sonra et vermeden yalnızca zili çaldığında, deneyin başındakinin aksine köpeğin salyaları akmaya başlıyor. İşte bu olay literatürde "Şartlı (Şartlandırılmış) Refleks" olarak isimlendiriliyor.

Pavlov her ne kadar kobay olarak köpekleri kullansa da klasik koşullananlar aslında insanlar. Kimin neye koşullandığı, neyi görünce/duyunca salyalarının aktığı ise her insanın karakterine göre değişiyor. 2.5 senedir devam eden şike süreci, kimin neye koşullandığını tespit etmemiz ve daha önceki tespitlerimizi doğrulamamız açısından oldukça faydalı oldu.

Bu şekilde bir süreç yaşanan normal bir ülkede olması gereken nedir? Şike yaptığı tespit edilen başkanların,yöneticilerin,futbolcuların, kasıtlı olarak manüplatif haber yapan gazetecilerin, televizyoncuların ve şikeye çanak tuttuğu aleni olarak belli olan insanların bu olaylar sonunda yüzleri kızarmalı, utançlarından insan içine çıkamamalılar,hatta ülkeyi terketmeliler. Peki güzel ülkemizde neler yaşandı? Aziz Yıldırım'ın şampiyonluk sonrasında "isimsiz kahramanlar" olarak bahsettiği tüm isimler bir şekilde sadakatlerinden dolayı ödüllendirildi ve ödüllendirilmeye devam ediliyor. Zira güç hala onların elinde. Detaylandıracak olursak;

Aziz Yıldırım,Şekip Mosturoğlu,İlhan Ekşioğlu,Alaeddin Yıldırım. Tamamı şike sürecinde suçlu bulunmuş isimler, tamamı görevde. Hikmet Karaman; yasanın çıkış tarihi Nisan olduğu için ceza almaktan kurtulmuş bir isim, yaptığı ahlaksızlığa rağmen kolayca iş bulabiliyor. Bülent Uygun; tapelerdeki iğrenç konuşmaların sahibi kendi değilmiş gibi hapishanede ilmihalle poz verip "Sular soğuk,abdest alamıyoruz" diyecek kadar iki yüzlü bir insan, baş şikecilerden, iş konusunda hiç sıkıntısı yok, hemen hemen hiç boşta kalmadı. İbrahim Akın; Gaziantep sahip çıktı, futbol oynayamıyor ama 3 senelik mukavelesi var. İskender Alın; Boluspor'da. Şakacı Emre B., ait olduğu yere, değerlerine yakışır takımına döndü. "Maç satan karısını satar" diyen başkan, hala başkan. Korcan Çelikay, aktif futbol yaşantısını sürdürüyor. Gökçek Wederson; hala futbol oynuyor. Hasan Çetinkaya; Fenerbahçe'deki görevine devam ediyor. Samet Güzel; başka bir sebeple işini bırakana kadar görevine devam ediyordu. Serdar Kulbilge; futbola Boluspor'da devam ediyor.

Tahir Kum, Sinan Engin, Şansal Büyüka ve daha onlarcası... Onlar da hala görevlerinin başında ve aynı dürüstlükle(!), aynı pişkinlikle çalışmaya devam ediyorlar.. Hatta sistem öyle bir işliyor ki bir bakıyorsunuz FB mitinginde sunucu olan eski bir popçu çok kısa süre içinde TRT'de göreve başlıyor.Ve daha niceleri... Sistem sadakati ve kendisine yakın olan insanları kesinlikle ödüllendiriyor.

Peki tüm bunların Pavlov'la ne alakası var? Türkiye'de güçlüden yana olmaya özenen, bu sistemin içinde olmaya özenen ve olan o kadar çok insan var ki.. Yukarıda saydığım yöneticiler, teknik direktörler, futbolcular,hakemler bu güç odaklarının ağzından çıkacak kelimelere bakıyorlar. Bu Aziz insanlar konuşmaya başladıkları anda da ağızlarından salya akıtmaya başlıyorlar. Söylenen sözlerin içeriğinin hiç bir önemi yok, bu sadakat hali ve salya akıtma olayı refleks haline dönüşmüş. Ve güç odakları sadakati o kadar güzel ödüllendiriyor ve bu sadık köpeklerine o kadar sahip çıkıyor ki yaptıkları namussuzluklar bu köpeklerin umurlarında bile olmuyor.

Bu konuda bir de Mehmet Berk'ten teyit alalım, bakalım İddianame'de neler yazmış; "Örgütte cezalandırma ve mükafatlandırma stratejisinin titizlikle uygulandığı; örgüt içerisinde bir yaptırım mekanizmasının bulunduğu, Aziz Yıldırım’ın örgüt üyelerini azarladığı, şike faaliyetlerinde başarısız olan örgüt üyelerinin örgütten dışlandığı, örneğin; 07.03.2011 günü oynanan Gençlerbirliği:2-Fenerbahçe:4 maçında Aziz Yıldırım ve İlhan Ekşioğlu’nun talimatlarıyla şike faaliyetlerinde bulunan ve bazı futbolcularla görüşen örgüt üyesi Doğan Ercan’ın; şike konusunda anlaştığı futbolcuların maçta iyi oynamaları nedeniyle, sonraki maçlarda şike faaliyetlerinde görevlendirilmediği, para dağıtımından pay alamayan şüphelinin görev istediği, ancak Alaaddin Yıldırım ve İ.Ekşioğlu’nun bu talepleri reddettikleri (bu konu aşağıda ayrı bir başlık halinde ele alınmıştır), örgüt içerisinde şike faaliyetleri yürüten ve başarılı olanlara ise gerek peyderpey gerekse lig sonunda toplu olarak para dağıtımı yapıldığı, bu bağlamda; futbol takımının şampiyon olmasının akabinde; yoğun şekilde çalışan bazı üyelerin mükafatlandırıldığı, örneğin; Ali Kıratlı’nın Kıbrıs’a tatile gönderildiği, Abdullah Başak’a ligin bitiminde İlhan Ekşioğlu tarafından Mini Cooper marka araç satın alındığı "...

Mehmet Berk'in tüm bu yazdıkları, yukarıda da örneklendirildiği gibi süreç sonrasında da aynı şekilde işlemeye, sadakat ödüllendirilmeye devam ediyor ama gören kim?

Mevcut şartlar altında yapılması gereken iş; salyalarını akıtanlarla, kraldan çok kralcılarla, kula kulluk edenlerle mücadele etmeye, sistemin tekerlerine çomak sokmaya ölene kadar devam etmek..

Ah bir de bu mücadelede içeriden vurulmasak...

11 Şubat 2013 Pazartesi

Elde Var Hüzün

Hakan Kulaçoğlu üstad dünkü maçı "Elazığ maçının bir benzeri" olarak nitelemiş. Sivas mağlubiyeti ve mağlubiyetin şekli beni ise çok daha eskilere götürdü; 2010-2011 sezonunun 2. yarısında Kadıköy'de Fenerbahçe'ye 2-0 kaybettiğimiz maça. Maç skorundan da öte o maçla bu maç arasındaki en önemli benzerlik ve mağlubiyetlerdeki ana faktör rakiplerin yaptığı sistematik sertlikti. Ve buna müsamaha gösteren hakemler; o gün Bünyamin Gezer, dün Süleyman Abay. Sivas'ın taktiği belliydi; çalım yersen tekme at. Hakem de buna çanak tutunca Tolunay Hoca'nın da söylediği gibi futbol izleyemedik.

Sertliğe müsamaha göstererek maçın gidişatına önemli etkisi olsa da "tüm suçlu hakemdir" dersek bazı oyuncularımızın üstün(!) performanslarına haksızlık etmiş oluruz. Tolunay Hoca'nın maçtan sonra söylediği gibi Sivas'ta kavga etmeden maç kazanmak zor. Mahallede kavgaya gitsem dünkü kadrodan çağıracağım isimler Zokora,Serkan,Giray,Colman olur. Sivas'ın dünkü sertliği karşısında onlar bile yumuşak kaldı. Özellikle Zokora boğuşmak & savaşmak yerine yaptıkları ve yapmadıklarıyla takıma ihanet etmeyi tercih edince dünkü gibi bir ilk 70 dakika yaşadık. Zokora öyle bir performans gösterdi ki kırmızı karttan sonra eksikliğini hissetmedik bile. Meslektaşına attığı tekme ise ayrı bir terbiyesizlik, Erman kendisine "nigger" falan demediyse tabi.

Tolunay Hoca'nın "Savaşmadan,kavga etmeden burada kazanmazdık" söylemine ne kadar katılıyorsam "2-2'ye getirecek, hatta kazanacak pozisyonlara girdik" söylemine ise bir o kadar katılmıyorum. Pozisyonlara girdiğimiz doğru, özellikle seri paslarla Halil'in kaleyi bulamadığı pozisyon güzel bir pozisyondu ancak bizim üstün oyunumuzdan ziyade Sivas'ın 2-0'dan sonra gevşemesiyle oluştu bu pozisyonlar, kanaatim bu.

Maçın kırılma anı, Halil'in 2. yarının hemen başında kaçırdığı pozisyon oldu. Skoru dengeye getirsek belki maçın senaryosu değişebilirdi.

Bireysel performanslara baktığımızda olumlu manada göze batan tek bir isim bile olmaması üzüntü verici. Mücadelesinden ötürü biraz Colman, kısa süre oynasa da biraz da Soner diyebiliriz belki biraz zorlasak.Onur bile gününde değildi (ilk golde çıkıp alabilirdi bence), o kadar kabus bir gündü yani. Hata demişken; Giray'ın 2. gol öncesi sırtı dönük ve rakiplerce kuşatılmış Adrian'a attığı pas, kaptırılan gol ve golden sonra Giray'ın dönüp Adrian'a kızması da ibretlikti...

Bir takımı oynatan forvettir, bizim forvetimizin ise ayakta durmaya mecali kalmamış. Topa vurmadan önce kendi kendine düşüyor. Fiziksel olarak bitik olmasından ziyade asıl vahim olan olay psikolojik olarak bitmiş olması. Kendine güveni kalmamış futbolcudan ne kendisine ne de takımına hayır gelir. Dolayısıyla Tolunay Hoca, Halil'i hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendine getirmek gibi bir mucizeyi başaramayacaksa- ki bence zorlamamak lazım artık-, bir an önce Janko'lu bir takım oluşturmalı. 2 haftadır yabancı kısıtından dolayı forvette Halil'i tercih ettiğini düşünüyorum ama artık diğer mevkideki yabancıların birinden vazgeçip forvet tercihini değiştirmek zorunda. Aksi halde kredisini erken tüketebilir.

Borjan'a ayrı bir paragraf açmamak olmaz; yaptığı resmen terbiyesizlik, profesyonellikle falan alakası yok. Sivas teknik ekibinden birisinin ya da Sivasspor oyunculaırnın kendisini -en azından son 5 dakikada- ikaz etmemesi ise anlaşılır gibi değil. Zaten Sivas'ta yıllardır bu sorun var; Sivasspor galipken top toplayıcılar bile topu abartılı geç verme konusunda profesyonelleşmişler.

Yeri gelmişken şunu da söyleyelim; bu tarz -tamamen işin çakallığında- (sistematik sertlik + zaman geçirme) bu kadar takımı olan ve buna çanak tutan onlarca hakemi olan bir ligde kaliteden bahsetmek mümkün değil.

Biraz da saha dışından bahsedersek; 3 Temmuz'dan bu yana tek beklentisi "dik duruş" olan ve şike sürecinin hatrına yönetimin birçok yanlışını tolere eden Trabzonspor taraftarı dün mağlubiyetten daha çok aşağıdaki fotoğraftan ötürü yıkıldı. Hadi çok iyi niyetli davranıp "Şeref Tribününde mecburen yanyana oturdular" desek, otelde -muhtemelen maçtan önceki akşam- çekilmiş olan aşağıdaki fotoğrafı nasıl açıklayacaksın Başkan?




6 Şubat 2013 Çarşamba

Adalet&Güç Üzerine

17. yüzyılda yaşayan Fransız düşünür Blaise Pascal 'ın "Adalet&Güç" üzerine söyledikleri ne kadar da güncel ve Şenol Güneş başta olmak üzere Türkiye'de sistemden desteklenmediği için mağdur olan insanların günümüzde söylediklerini nasıl da anımsatıyor değil mi?



"Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır.

Gücü olmayan adalet acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim.

Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır.

Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerekir;

Bunu yapabilmek için de adil olanı güçlü, güçlü olanın ise ... adil olması gerekir.

Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti.

Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."

(Blaise Pascal)


Konuyla ilgisi olması hasebiyle bordomavi.net(BMN) tarafından açılan bir pankarta bağlayarak bitirelim: "Adalet Hırsızları Kalkındırmaz!"

18 Aralık 2011 Pazar

Trabzonspor Maçlarına Trabzon Bölgesi Hakemi İstiyoruz!

Türkiye'de futbolla ilgilenen kesimin % 90'ı 3 İstanbul Takımı taraftarı mı? Evet.

Dolayısıyla Türkiye'de maç yöneten hakemlerin % 90'ı muhtemelen 3 büyük takım taraftarı mı? Evet.

T(ürkiye) F(enerbahçe) F(ederasyonu) yıllarıdır bu hakemlerin dürüst maç yönetecekleri varsayımıyla bu hakemleri tuttukları takımın maçına veriyor mu? Veriyor.

Hatta Trabzonspor'un 3 İstanbul takımıyla oynadığı maçlara da 3 İstanbul takımını tutan, İstanbul Bölgesi hakemlerini dürüst olacakları varsayımıyla veriyor mu? Veriyor.

Bundan böyle - özellikle derbi maçlarına- Trabzon Bölgesi'nden hakem istiyoruz!

12 Aralık 2011 Pazartesi

(Sistemin Uşağı) Olmak ya da Olmamak


     "Böyle gelmiş, böyle gider."  Kolaycıların,statükocuların en sevdikleri, kendilerine motto olarak kabul ettikleri cümle.

     Onların mantıklarına göre Türkiye'de her alanda geçerli belli bir sistem var. Siz de bir yerlere gelmek istiyorsanız o sistemin bir dişlisi olmak zorundasınız. İstediğiniz gibi at koşturabilmeniz için belli mevkilerde tanıdıklarınızın olması lazım. Sonrası zaten kolay. (Bkz. GG)

     İstisnalar hariç TBMM'yi işgal eden vekillerin çoğu da bu sebeplerle vekil olma yolunu seçiyorlar. Ve sonrasında da bulundukları konumu korumak, dokunulmazlık zırhından mahrum kalmamak, Türkiye'de seçilmiş 550 önemli kişi biri olmanın hissettirdiği egodan mahrum kalmamak için kısa sürede sistemin dişlisi haline dönüşüyorlar. Dönüşmeyenleri ise sistem kendi içinde ayıklıyor zaten.

     Yukarıda yazdıklarım bilmediğim hususlar değildi. Ancak Cuma gecesi TBMM'de gerçekleştirilen Spor'da Şiddeti Önlemeye Yönelik 6222 Sayılı Kanunu'nun değiştirilmesi konusundaki görüşmeleri izledim ve düşüncelerimde yanılmadığımı bir kez daha teyit etmiş oldum.

     Yasanın değişimini savunan ve söz alan isimlerden en çok dikkatimi çeken isim ana muhalafet partisi milletvekili oldu . Konuşmasının hemen başında "Şike yoktur,yapılmamıştır" minvalinde bir şey söyledi. Yanlış görmediysem yakasında da FB rozeti vardı (kesin vardı diyemem). Ve sonrasında 20 dakika boyunca demagoji yaptı durdu. Merak edip kişisel internet sayfasını ziyaret ettim. Özgeçmişinde şöyle bir ibare var; "Hep solcu oldu. Hep emekten yana durdu".

     Özgeçmişine büyük bir gururla bunları yazan insan, iddianamenin açıklandığı gün(yani görmek isteyen birisi için her şey ayan beyan ortaya çıkmışken) konuşmasına "Şike yapılmamıştır" diyerek başlıyor.. Vay be!

     Aynı şekilde ana muhalefet partisi temsilcisinden önce ve sonra konuşan hükümetin ve diğer muhalefet partisinin vekilleri de demagojiden başka bir şey yapmadılar.

     Trabzonlu vekiller mi? Onları hiç sormayın zaten...

     Halbuki ilk söz alan Sırrı Süreyya Önder'in sorusu "Niye?" ve madde görüşülmeye başlandıktan sonra söz alan Hasip Kaplan'ın sorusu "Bu aceleniz neden?" gayet açık ve netti. Cevabı olan bir insan için cevaplaması çok basit sorulardı..Ama cevabı olan bir insan için. Sistemin dişlilerinden birisi olmaya uğraşan bir insan için değil.

     "Beni radyasyon değil Türkiye'deki sistem kanser etti" demişti bir keresinde rahmetli Kazım Koyuncu. Onu alıp götüren sistem bizi de yiyip bitirmeye devam ediyor. Zira sistemin çarklıları hallerinden ve yaptıklarından memnun bir şekilde, vicdan azabı duymadan yaşamlarını devam ettiriyorlar. Güçlülerin duymadıkları bu azabı "Sistem neden böyle? Ülkemiz neden böyle? Biz bunu haketmiyoruz" diye düşünen ve sistemin bu şekilde olmasını kabullenemeyen bizler çekiyoruz. Ve bu da bizi kanser ediyor/edecek.

     Sistemin mevcut Federasyon Başkanı Mehmet Ali Aydınlar. Gencecik oğlunu bir trafik kazasında kaybetmiş bir baba. Yani dünya işlerinin ne kadar fani ve boş işler olduğunu en iyi bilen/bilmesi gereken insan. Ancak son günlerde gazetelere düşen telefon görüşmelerinden pek de öyle olmadığı gözüküyor. Bulunduğu mevki gereği tek yapması gereken adalet dağıtmak ancak buna pek de niyeti yok gibi gözüküyor. Kendisine ve nezdinde sistemin tüm çarklarına rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun şu sözlerini hatırlatmak istiyorum:

    "... Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. ..." 

     Kısa süre önce kutsal toprakları ziyaret etmiş, muhafazakar kimliğiyle bilinen bir insandan, mevzu doğruluk,dürüstlük,kul hakkı yememek olunca daha fazlasını beklememiz çok da anormal değil sanırım. Ancak beklemekle kalacağımızın da farkındayız ne acıdır ki...

     Son olarak tüm bu hususları bırakıp değiştirilen yasaya dönecek olursak;  şu ana kadar kimsenin tartışmadığı ve benim de hiç bir şekilde anlayamadığım bir hususu paylaşmak istiyorum.

     Şöyle ki; bu yasanın değiştirilmesi için Süper Lig'deki 18 takımın başkanının imzası alındı. Sanıyorum yasa Nisan'da çıkarken de aynı şekilde. Bilmiyorum uygulama gerçekten bu mu yoksa basına mı yanlış yansıyor ama; bu yasa Sporda Şiddeti Önlemeye Yönelik Yasa değil mi? Spor'da yani, Süper Lig'de değil.

    Peki yasayı değiştirmek,yasayı çıkarmak için neden 18 kulubün imzası yeterli oluyor? Türkiye'de onbinlerce futbol,basketbol,voleybol,güreş vs kulübü yok mu? Bu yasa tüm spor dalları için geçerliyse kimse onların fikirlerini neden sormuyor? Spor = Futbol mu?

   Demem odur ki; sistemi neresinden tutsak elimizde kalıyor...

   (Sistemin Uşağı) Olmak ya da Olmamak... İşte bütün mesele bu...

    
    


   

29 Kasım 2011 Salı

Selektör = Şike

Fotoğraftaki yazıda da gördüğünüz gibi Yargıtay kararını verdi. Sözkonusu kararla birlikte trafikte seyir anındaki bir aracı yakından takip eden, sıkıştıran, selektör yapan kişinin bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildi.

Sporda Şiddet ve Düzensizliği Önleyen 6222 Sayılı Kanun'da yapılan değişikliklerle ülkemizde şike yapmanın cezası 5-12 yıldan 1-3 yıla indirildi - ki uzmanların söylediklerine göre bu cezalar genelde alt sınırdan uygulanıyor.

Sonuç olarak baktığımızda;  selektör yaparak bir kişiyi taciz etmenin,trafikte düzeni bozmanın cezasıyla milyon dolarların ve milyon dolarlık egoların döndüğü futbol sektöründe şike yapmanın cezaları eşitlendi.

Şimdi konuyla ilgili sorulara geçelim;

  • Selektör yaparak önlerindeki arabaları taciz etmekten ceza alan 5 kişi birleşip bu cezanın ağır olduğu gerekçesiyle yasanın değişmesini isterlerse Meclis'teki partilerden bu konuda bir yardım görecekler mi? (Bkz. Şike Yasası'nın değişmesi)
  • Karşı şeritten gelen ve gündüz vakti farlarını açık unutan bir vatandaşı uyarmak için selektör yapanlar, karşı şeritten geçen arkadaşlarına selam vermek için selektör yapanlar da cezaya maruz kalacaklar mı? (Bkz. Kurunun yanında yaşın da yanması)
  • Şike yaparken telefonda konuşmaktan çekinip selektörler yardımıyla haberleşen, yani bi nevi hem selektör hem şike yapanların cezalarında herhangi bir indirim sözkonusu olacak mı?
  • Şike yaparken selektör yaparak haberleşmeye niyetlenip aküleri bittiği için selektör yapamayanlar selektöre teşeb.. pardon, şikeye teşebbüsten yargılanacaklar mı?
  • Arabayı kullanan selektör yaparken yan koltukta oturan kişi şike faaliyetinde bulunursa nasıl bir yaptırım uygulanacak?
Biraz da konuyla ilgisiz(!) sorular soracak olursak:

  • Bu ülke ne zaman sözde değil özde bir hukuk ülkesi olacak?
  • Bu ülkede güçlüler güçsüzleri ezmeye ne zaman bir son verecek?
  • Bu ülkede parlamentoyu ne zaman güçlülerin maşalığını yapmayan, figuran olmayan, aklı hür iradesi hür, Allah korkusunu kalbinde hisseden insanlar dolduracak?

Namusuyla yaşayan,namussuzların cezalarını çekmelerini isteyen insanları öyle bıktırdılar, öyle susturdular, her seferinde öyle ezdiler ki bu memlekette... İnsanlar böyle bir ülkede yaşadıklarına utanır hale geldi.


Haklarımız haram olsun! Hepinize yazıklar olsun!

23 Kasım 2011 Çarşamba

Direkten Dönmek

Ligin 1. haftası. Manisaspor deplasmanının 2. yarısında Serkan'ın vuruşu direkten döndüğü anda maçın skoru 1-0 Trabzonspor lehine. Maç skoru 1-1.

Ligin 2. haftası. Avni Aker'deki İBB mücadelesinde maç 0-0 devam ederken ilk yarıda Volkan'ın, 2. yarıda Alanzinho'nun vuruşalrında direk gole izin vermiyor. Maç skoru 0-1 İBB.

Ligin 3. haftası. Samsunspor deplasmanının 2. yarısında Colman'ın plasesi direkten döndüğü anda maçın skoru 1-0 Trabzonspor lehine. 2 dakika sonra gol yeniyor ve maç 1-1 sona eriyor.

Ligin 10. haftası. Avni Aker'deki Kayseri maçı 1-0 devam ederken Burak'ın müthiş frikiğinde top önce direğe,sonra kale çizgisinin içine,sonra tekrar direğe çarpıp dışarı çıkıyor. Ancak gol geçerli sayılmkadığı için bu pozisyonu da listemize alıyoruz. Neyse ki bu pozisyon diğer maçların aksine sonuca etki etmiyor,maç 2-1 Trabzonspor üstünlüğüyle ve Trabzonspor adına 3 puanla sonuçlanıyor.

Bu şekilde hesap yapmak ne kadar doğru tartışılır ama ligde direkten dönen toplar sonucunda  kaybettiğimiz puan; 7.

Gelelim Şampiyonlar Ligi'ne.

Inter deplasmanında Halil'in müthiş volesi direkten dönüyor. Neyse ki Celustka pozisyonu golle sonuçlandırıyor. Sonuç 1-0 Trabzonspor lehine.

Grubun 4. maçı Avni Aker'de CSKA'ya karşı. Dakikalar 90'ı gösterdiğinde Celustka'nın kafası..Direk.. Maç sonucu 0-0.

Ve nihayet Avni Aker'deki İnter maçı. Halil'in kendi ifadesiyle ilk maçta girmesi gereken top girmemişti. Dün önce defansa sonra direğe çarpan top ağlara gidiyor. Ancak maçın kırılma anında direk yine yanımızda değil karşımızda... Ve maç skoru 1-1.

Adrian'ın kafası direkten dönünce "Avrupa'da tamam mı devam mı?" sorusunun cevabı da Lille deplasmanına kalıyor.

Şampiyonlar Ligi'nde direkten dönen toplar sonucunda kaybettiğimiz puan; 4.

Önce ön elemelerdeki fahiş hakem hataları -ki bunlardan etkilenmeden Şampiyonlar Ligi'ne geldik malum şekilde-... Sonrasında gruplardaki direk şanssızlıkları.

Lille deplasmanından önce Şenol Hoca bu konuda bir önlem alabilir mi, takımı havaalanından önce hamama falan mı götürür bilmiyorum. Yalnızca Lille deplasmanından "Avrupa Kupaları'nda 2. tur için direkten dönmüş bir takım" olarak dönmemizi istemiyorum.. Bu ihtimali düşünmek dahi istemiyorum..Hele de dünkü muazzam saha içi performansından sonra...

Şansımız bol olsun. Allah bizi son maç esnasındaki kalp krizlerinden,sinir krizlerinden, nefes darlıklarından korusun.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Öteki Dünyada Trabzonsporlu Olmak

Var mıdır acaba öteki tarafta böyle bir yaşam? Ahirete göç edenler orada da futbol oynayabiliyor mudur? Eski futbolcuların oynadıkları bir lig var mıdır? Öyle bir lig varsa orada da Trabzonspor vardır mutlaka, ve pek tabi ki sadık taraftarları da.

Bunlar biraz uçuk gelmiş olabilir.

Peki öteki taraftakiler bu tarafı izleyebiliyorlar mıdır? Olup bitenlerden haberdar olabilirler mi? Güzel olurdu değil mi? Belki sevdikleri insanların yaşadıkları olumsuz şeyleri görüp üzülürlerdi ama mezuniyetini göremeden veda ettikleri çocuklarının mezuniyetlerini görüp mutlu olabilirlerdi yanlarında olamasalar da. Ya da düğünlerini..Askerde yemine ederkenki hallerini...Torunlarını..v.s...

Nerden mi aklıma geldi tüm bunlar?

Kazım Koyuncu...Serhat Kırkayak...Bünyamin Kahriman...Mehmet Dalman...Neşat Akyazı...Kürşat Akyazı...İsmail Akyazı...Yusuf Sevgi...Hasan Sevgi...Ziya Kara...Turgay Demirkaya...Hüsnü Civelek...Alaaddin Aygün...Gökmen Karakullukçı...Bülent Dönmez...Kemal Yılmaz...Faruk Genç...Mesut Keleş...Ve hatta Fenerbahçeli kardeşimiz Muhammed Demirel...

Kimbilir ne hayalleri vardı Trabzonspor'un ilk Şampiyonlar Ligi maçına dair.

Kazım Abi o meşhur Şampiyonlar Ligi müziğinden hemen önce Avni Aker'in "Uy Aha" ve "Dalga Dalga Fırtına"yla coştığunu hayal etmemiş midir sizce? Peki Bünyamin, Serhat, Mesut Avni Aker'deki ilk Şampiyonlar ligi maçında insanın tüylerini diken diken eden o müziği canlı canlı dinlemeyi, devre arasında kolbastı oynamayı, ilk Şampiyonlar Ligi zaferinden sonra Yeni Mahalle'den Meydan'a akmayı hayal etmemişler midir ? Belki yanlarına Muhammet'i de alırlardı yine, ona nispet yapmak için... Eğer yaşasaydı Hüsnü Civelek 27 yaşında olacaktı..Ve kendisine sıktığı kurşunları gökyüzüne saydıracaktı belki de herkesle beraber 14 Eylül gecesinde...

İşte onları düşünürken aklıma geldi "Acaba öteki dünyadakiler bu dünyada olup bitenler izleyebiliyorlar mı?" sorusu. Ve neredeyse hayatımda hiç bir şeyi istemediğim kadar istedim bu sorunun cevabının "Evet" olmasını...En azından 14 Eylül gecesine mahsusen...

Kazım Abi'de toplanmışlardır belki maçı izlemek için. Öncesinde marşlar..Maç esnasında tezahüratlar..Maç sonrasında ise coşku...

Kazım Abi galibiyetten sonra 3'lü bile çektirmiştir belki de onlara, kimbilir?

Ruhunuz şad olsun!

15 Eylül 2011 Perşembe

Trabzonum Sen Çok Yaşa!

   Blogu açıp çendi çapımızda yazmaya başladıktan bir süre sonra, örneğine sadece güzel ülkemizde rastlanabilecek bir "bloglara erişimi yasağı" peydah oldu. Sözkonusu yasak ligin bitmesine az bir zaman kala kalktığında ise biz futbola küsmüş vaziyetteydik.Takımımızla gurur duyuyorduk ancak güçlülerin, daha doğrusu gücün hukukunu kullananların,güçleriyle hukuk yaratanların kazanmasıydı bizi futbola küstüren.

   Daha önce de acı bir şekilde tecrübe ettiğimiz ve bu yıl bir kez daha maruz kaldığımıza inandığımız kumpasın acısı hafiflemeye başlamışken Mehmet Berk ve İstanbul Emniyeti umutlandırdı bizi. Şimdiye kadar dillendirdiğimiz fakat gerek İstanbul medyası gerekse rakip takım taraftarları tarafından "komplo teorileri" "şehir efsaneleri" oalrak tanımlanan herşeyin gerçekte var olduğunu iddia ettiler. İddia etmekle de kalmayıp ispatladılar. Türk Futbolu'nda bir dönüm noktasına geldiğimize, bundan böyle hak edenin kazanacağına, suçlunun ise cezasını çekeceğine inandık..İnanmak istedik...

   Masumiyet karinesi dediler...Olayın sosyal boyutu dediler... Olayın ekonomik boyutu dediler... Almaları gereken kararı bir türlü almadılar. Olayı sulandırmayı tercih ettiler.Yine olmadı. İnancımız bir kez daha kırılmıştı . "Artık futbolla ilgilenmem, tiyatro izlerim daha iyi" demeye başlamıştık ki...

   UEFA'nın ülkemize gönderdiği başmüffettiş rüzgarı tersine döndürdü. Mehmet Berk ile yaptığı görüşmeden birkaç gün sonra UEFA TFF'nin yapamadığını yaptı, 3 Temmuz'dan beri beklediğimiz kararı açıkladı. "TFF söyleyemiyor ama ben söyleyeyim, Türkiye'nin Şampiyonu sizsiniz!" dedi. Gururlandık, ağladık...Bu kez sevinçten...

   İleride çocuğuma Trabzonsporla ilgili anlatacağım çok şey var. Ona hayatı, gücün hukukunu kullananlara ve haksızlıklara karşı savaşmayı, inancı, azmi, vazgeçmemeyi, alınterinin önemini ve daha bir çok değeri Trabzonspor üzerinden anlatmaya uzun zaman önce karar vermiştim zaten.

   Trabzonspor'a bu kadar anlam yüklemesem, daha evlenmeden çocuğuma hayat derslerini Trabzonspor üzerinden vermeye  karar verecek kadar ileri gider miydim? Onun Türkiye'de bir misyonu olan tek spor kulubü olduğuna inanmasam bu kadar bağlanır mıydım? Genç yaşta kaybettiğimin abimin ve ablamın mezar numaralarını dahi Trabzonsporla alakalı olaylarla/tarihlerle ilişki kurarak ezberleyecek kadar saplantı haline getirir miydim? Sanmıyorum...

   Trabzonspor'u Trabzonspor yapan, Trabzonla uzaktan yakından alakası olmayan insanların gönlünde yer edinmesini sağlayan bu değerlerin yanında ona Trabzonspor'un sportif başarılarından biri olarak anlatacağım bir maç oynandı dün gece Milano'da. Liverpool,Inter,Barca galibiyetlerini yıllardır efsanelerimizden, amcalarımızdan, abilerimizden dinledik. Aston Villa maçlarını da hayal meyal hatırlıyorum. Dün akşam yaşadığımız zaferi, gururu, gözyaşlarımızı hayatımda bizzat yaşadığım en heyecanlı,mutlu,gururlu anlardan birisi olarak tüm detaylarıyla anlatacağım ileride çocuğuma.
 
 Bize bu gururu,güzellikleri yaşatan, bu mutlulukta emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.

 Ezberi bir kez daha bozduk. Kutlu olsun!

  

26 Mayıs 2011 Perşembe

2007'de Neredeydin RTE?




RTE: Bursa'ya verilen cezalar çok ağır oldu.

Tahkim Kurulu: Tarafsız sahada 5 maç seyircisiz oynama cezasının 3 maça indirilmesine, PFDK'nın verdiği tarafsız sahada 1 maç seyircisiz oynama cezasının kaldırılmasına karar verilmiştir...

Biryerlerden tanıdık geliyor değil mi?Hani Trabzon'da Fenerli misafirlerin mağdur(!) olmaları,bunun üzerine Fenerbahçe'nin cezasının kalkması,Özkan Sümer'in istifası v.s.

İnsan sormadan edemiyor; madem mağduriyetler konusunda çok hassasın da, 2007'de Trabzonspor-Sivasspor maçından sonra neredeydin RTE?

İsmet Özel - "Küçük İbo Neden Trabzonsporlu?"

     İsmet Özel; ünlü şair ve edebiyatçı. Kendisini sporla ilgili bu bloga taşımamın sebebi, bir Adıyamanlı olmam hasebiyle yıllardır bana sorulan "Neden Trabzonspor?" sorusuna felsefi ve futbolla ilgilenmeyen insanların dahi ilgisini çekecek bir yazıyla cevap vermesidir.

     Yazıya az önce BMN Forumlarında rastladım. İsmet Özel Trabzonsporlu mudur bilmiyorum ama "Nasıl şimdiye kadar okumamışım ben bu yazıyı" diye beni kendimden utandıracak kadar güzel bir yazı yazmış. Biraz geç de olsa "kalemine sağlık" diyelim ve yazısına geçelim:

İsmet Özel - "Küçük İbo Neden Trabzonsporlu?"

Başlıktaki soruya cevap vermeden önce birisi bana şu soruyu sormalı: MGK kararlarıyla ilgilenmek dururken neden magazin konularına dalıyorsun? Ben de şöyle cevap vermeliyim: Nasıl olsa MGK kararlarının gereği hakkıyla yerine getirilecektir; ama şu var ki sizin magazin konusu dediğiniz hususta bir zihin açıklığı sağlanmadıkça ve o konuyu içine alan ruh durumunun istikameti anlaşılmadıkça gereğinin yerine getirilmesi söz konusu olan MGK kararlarındaki "yer" kavramını ülkemizin ikbali ve istikbali bakımından gayri muayyen kılınmış vasıflarından arındırmak mümkün olamayacaktır, (Üf! Ne lâflar ediyorum!)

Küçük İbo'nun Trabzonspor taraftarı oluşunu, onun arabesk söylemeyi terk etmeyeceğine ve Türkçe'yi Urfa şivesiyle konuşmaktan vazgeçmeyeceğine dair beyanlarından ayrı değerlendirmek anlamsızdır. Anlam Türkiye topraklarında binlerce yıl süresince oluşmuş ortodoksinin (sünnî tavrın) hayat belirtilerinde gizlidir. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde toplumun yüksek tabakasına iktidar bahşeden kültürel eksantrik eklektizm karşısında otantik inisyatifte ısrar bugün Küçük İbo'nun şahsında bir dışa vurma biçimi arıyor.

Trabzonspor taşralı olmaktan gelen ezikliğin, merkez karşı¬sında ikinci derecede veya gölgede bırakılmış olmaktan sıyrılmak isteyen kompleksli yaranma tutumunun değil, otantik inisyatifin sembolüdür. Trabzonspor'la birlikte desteklenen şey ihmale uğramışların başarıya olan özlemleri değil, kendilerinde cevher bulunduğuna inananların inisyatifi elden bırakmama kararlılığıdır. Küçük İbo bunu "Kümeye de düşse (Küme düşse de demek istiyor) sapına kadar Trabzonsporlu" kalacağını söyleyerek dile getiriyor.

Çocukluktan henüz çıkma aşamasında bulunan bir Urfalı'nın Trabzonspor taraftan olmasını tesadüfi bir olay sanmayınız. Türkiye topraklarında bazı yöreler, bazı vilâyetler var ki bunlar ülke insanlarına özgü kültürel bütünlüğün dinamosu işlevi görür. Benim tespitlerime göre bunlar: Urfa, Trabzon, Konya, Balıkesir vilâyetleridir. Bu vilâyetler Anadolu topraklarının şimdiye kadar uğradığı sarsıntılar sırasında yeniden derlenip toparlanmayı temin edecek gücün doğmasını beklemektense felâket karşısında kendi gücünü harekete geçirmek üzere duruma derhal el koymanın ruhî kabiliyetini aralıksız hazır bulundurdular. Bu vilâyetlerin yerli (ve yerlileşmiş) insanları ülke bütünlüğünün değerini kendi bütünlükleriyle eş tuttukları için mahallî özelliklerini kaybettikleri taktirde Türkiye'nin kimlik kaybı hususunda uğrayacağı zararın ne kadar büyük olduğuna dair derin bir bilinç taşıdılar. Mahallî özelliklerine sahip çıkma (hemşehrilik vs.) bakımından benim yukarıda saydığım dört vilâyeti geride bırakacak bir çok yöre zikredilebilir. Fakat benim andığım vilâyetlerin mahallî özelliklerinin eksenini "otantik inisyatif" teşkil ediyor. Bu bakımdan Urfa, Trabzon, Konya, Balıkesir vilâyetlerini Türkiye'nin hayırlı bir gelecek arayışında hazır maya saymalıdır.

30.04.1997 Yeni Şafak

 

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Selçuk İnan'a Dair


2005-2006 sezonunda Ferhat Çökmüş'ün son dakikalarda attığı golle 2-1 kazandığımız Manisaspor maçı akşamında görmüştüm seni ilk kez. Hatta o maçta Manisaspor'un golünü de sen atmıştın. Yemeğe gelmiştin Arda'yla beraber arkadaşımın dükkanına. Tanıştıktan sonra muhabbet ederken o dönem çok ta iyi durumda olmayan Trabzonspor için "Hayatta gelmem Trabzon'a, futbolcu öğütme fabrikası orası" diyordun.

Hayat ne garip..O cümlenden yaklaşık 2 sene sonra Ersun Yanal'ın Trabzonspor'un başına geçmesiyle ilk transfer ettiği oyunculardan biri sen oluyordun. Sezon öncesi kampa geliyorduk sizi ziyarete.Hani şu Colman'ın "Trabzon Gerede'ye yakın mı ?" diye sorduğu kamp. Gördüğün ilgiden gözlerinin içi gülüyordu, çok mutluydun.

"İçime doğuyor,bugün gol atacaksın ve kazanacağız" yazıp sana yollamamın üzerinden 5 saat geçmeden top Ankaraspor'un ağlarında,sense kamptakinden bile daha mutlu bir halde Ersun Hoca'nın kucağındaydın. Herşey çok güzel başlamıştı. 

Sonrasında ilk 2 sene inişli çıkışlı bir grafiğin oldu ama takımın daima vazgeçilmeziydin. 2010-2011 sezonuna gelindiğindeyse takımın gözbebeği,yeri doldurulamayacak tek adamıydın artık.. Hem de moda tabirle takımın  "adam gibi adam"ıydın. Öyle ki kimse sana toz kondurmaya kıyamaz hale gelmişti. Sözleşmenin sene sonunda biteceğine dair haberler çıkmaya başladığında herkesin içi rahattı. Zira biliyorduk ki yönetim sana hakettiğini verir,sen de sorun çıkarmazsın...

Görüşmeler başlama aşamasındayken önce "Başkanlık seçimi geçsin, Sadri Şener seçilirse ben de imzalarım" dedin. İnandık.

Sonra "Takım şampiyonluk yarışında,tek düşüncem şampiyonluk. Görüşmeleri sezon sonuna bıraktım. Gidersem Avrupa'ya giderim, Türkiye'de Trabzonspor'dan başka takımda oynamam" dedin. İnandık.

Sonra "Avrupa'dan teklifler var, onlarla görüşeyim,Milli Maçtan sonra karar vereceğim" dedin. İnandık..Ve Sadri Şener'le görüşeceksin, bir şekilde en azından 1 yıl daha kalacaksın diye bekledik. Haftalardır "Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş" haberleri çıktı. İnanmadık, sana toz konduramadık, "Selçuk yapmaz" dedik.

Ve bu akşam haberi aldık.. İnanamadık...

Ya biz çok safmışız Selçuk, ya da ... Ya da sen çok profesyonel(!)

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Haberiniz Var mı?


Ey Zokora ve Romariç'i transfer etmeye çalışan Trabzonspor yönetimi; 2 yılda bir çift senelerde düzenlenen Afrika Uluslar Kupası'nın 2013 yılından itibaren tek yıllara kaydırılacağını, dolayısıyla hem 2012 hem de 2013 Ocak aylarında Afrika Uluslar Kupası oynanacağını, transfer etmeye çalıştığınız Zokora ve Romariç'in oynadıkları Fildişi Sahilleri Milli Takımı'nın son 3 turnuvanın ikisinde yarı finale kadar yükseldiğini, bunun da futbolcudan 1 ay mahrum kalmak anlamına geldiğini,

Biliyor musunuz acaba? Ya da hiç araştırma ihtiyacı hissettiniz mi?

*Romariç konusunda net bir bilgi olmasa da Zokora için görüşüldüğünü Sadri Şener bizzat doğruladı...

1 Mart 2011 Salı

Suçlu Yine Hakem!

Trabzonspor haftasonu Kayserispor'la 3-3 berabere kalarak 9 puan farkla lider girdiği 2. yarının 6. haftasında liderliği kaybetti. Hakkında yazılanlara, çizilenlere ve dahi kafasındaki dikişlere bakılırsa suçlu yine hakem oldu. Yazık... Yıllardır aynı senaryo... Yönetim, teknik adam, futbolcular ve taraftar yapılması gereken hamleleri yapamayıp, başarısızlık ortaya çıktığında istisnasız her takımda bulunan suçlu aynıdır ülkemizde. Hakem...


Sadri Şener'in 2 hafta önceki açıklamalarına nispet yaparcasına bir gol yedi Kayserispor, hem de aynen Fenerbahçe müsabakası gibi daha maçın başında. Madem böyle diyorsunuz alın size fırsat eşitliği dediler resmen. Sonuç? Fenerbahçe 2 farklı galip, biz son dakikalarda beraberliği kurtardık. Glowacki'nin çizgiden çıkardığı 2 topu saymıyorum bile. Kayserispor bizden çok daha fazla net pozisyona girdi. Üstelik maç 2-3 iken verilmeyen bir penaltıları da var. Sonra biz kalkmış verilmeyen kırmızı kart ve serbest vuruştan bahsediyoruz hakem diyerek. Statdakilere sorsanız serbest vuruştan en son ne zaman gol attığımızı da hatırlayan çıkmaz muhakkak! Burak'ın ilk yarıdaki kalecinin kornere çeldiği pozisyonuna penaltı bekleyen taraftar ve yazarlarımız da olmuş. Gülsem mi ağlasam mı? Sadece şunu söyleyebilirim Burak'ın yerine misal Kujovic'i, Süleymanou yerine Onur'u koyup pozisyonu tekrar oynatın. Hala penaltı diyorsanız diyecek bir şeyim yoktur.


Asıl meseleye gelelim isterseniz. Kayseri'nin gollerine bakalım. Asistler Ziani ve Amrabat, gol Kujovic. Bu 3 adam devre arası transferleri. Biz de 3 adam aldık devre arasında. bir tanesi tribünden inemedi daha, diğer ikisi ise 18'e girmeyi başardılar nitekim. Bekliyoruz bakalım nasipse 30. haftadan sonra kadroda da yer bulabilecekler! Durum bu renktaşlar. İş bilenin, kılıç kuşananın işte. Bu takım Egemen-Selçuk-Onur-Jaja-Burak-Umut üzerinde sene sonuna kadar gidecek diye düşündüler herhalde. Ama sadece Egemen'in bile yokluğuna dayanamayıp 6 haftada liderliği teslim etti rakibine. Yine şampiyonluğa çok yaklaşılan bir sezonda yapılamayan devre arası transferleriyle avantaj yitirildi. Kimine göre iş hepten bitti ama biz yine çıkmadık candan umutluyuz diyelim.


Sene sonunda şampiyon olamazsak ve yine yürütmeye kalkarlarsa bizi, yine aşağıdaki gibi manzaralar oluşur mu dersiniz? Sizi bilmem ama ben yokum bu sefer bu yürüyüşte.


28 Şubat 2011 Pazartesi

Trabzonspor:3 Kayserispor: 3 | Başa Döndük

* Manisa maç yazısında bahsettiğim bir hususu bugün de yaşadık Avni Aker'de; öne geçtikten sonra rakip eşitliği sağladı. Bu durumun Avni Aker'de yaşandığı daha önceki 2 maçta (Manisa ve Ankaragücü) olduğu gibi devamında bu maçı da kazanamadık.

* Çok konuşulduğu için maçtan önce hakemden bahsedecek olursak; Yunus Yıldırım bana göre maçın genelinde iyiydi. En büyük hatası Kayserispor lehine vermediği net penaltıydı. Onun dışında oyun içinde zaman zaman ters kararlar vermiş olabilir ama maçı mümkün olduğu kadar durdurmamaya özen gösterdi. Çok tartışılan pozisyonda bana göre de Hamza Çakır'ın Burak'ın sol ayağına bir müdahalesi vardı ve pozisyon fauldü ancak hakem atladı. Çok ta büyütülecek bir olay değil. Trabzonspor taraftarları olarak dış mihraklara karşı harcadığımız enerjinin yarısını takıma destek için harcasak bazı şeyler bizim lehimize çok farklı olabilirdi.

Ayrıca ilginçtir geçen yıl Colman'ın Emre Güngör'den kaptığı topla gol atıp 1-0 kazandığımız Galatasaray maçında da yine Burak düşürülmüştü Sabri tarafından. Pozisyon çok net faul ve kırmızı karttı fakat hakem faul bile vermemişti. O maçın hakemi de Yunus Yıldırım'dı.

Ancak söylediğim gibi bu maçtaki en büyük hakem hatası bizim lehimize oldu. Hakem bizim aleyhimize artniyetli olsa Kayseri lehine o kadar net penaltıyı neden vermesin?

* Serkan'ın 2 haftadır Grosicki ve Simpson karşısındaki acizliğini bu maçta da Amrabat karşısında gördük maalesef. Cale cephesinde de değişen birşey yok.. Serkan'ın düzelmesini beklemekten başka yapacak birşey yok, çünkü sağ bek için alternatifimiz yok ancak Piotr'u en kısa sürede Cale'nin yerine sahada görmek istiyorum şahsen.

* Colman oyunun bazı bölümlerinde orta sahayı çok boşalttı ama son haftalardaki performansına kıyasla çok iyi oynadığını söyleyebiliriz. İlk 2 golümüzde direkt katkısı var.

* Maalesef Alanzinho ve Yattara beni yine yanıltmadılar. Bunlardan takım oyuncusu yaratmak gerçekten çok zor. Jaja bunu -takım oyuncusu olmayı- maç içinde zaman zaman da olsa başarıyor, bireysel oynadığında da Yattara ve Alanzinho'dan daha etkili oluyor. Ancak hem Yattara hem de Alanzinho takıma faydadan çok zarar veriyorlar. Özellikle Yattara bugün çok top ezdi. 3. golün asistini yaptı ancak uzatma dakikalarında soldan getirdiği topta Jaja ceza sahası önünde çok müsait durumda olmasına rağmen egosuna yenik düştü, Jaja'yı kahraman yapmak değil kendisi kahraman olmak istedi. Belki de bu sebeple 2 puan gitti.

*Genel olarak karakteri dolayısıyla kendisinden çok hazzetmem ancak Burak Yılmaz bugün gerçekten oldukça iyi oynadı.

* Bizim bekler çok formsuzdu,kötüydü ama Kayserispor da ofansta gerçekten çok etkiliydi. Ziani ve Amrabat'ı çok iyi kullandılar. Bunlara sürpriz golcü olarak Abdullah da eklenince Avni Aker'de 3 gol atma başarısını gösterdiler. Gönül bu performanslarını Kadıköy'deki maçta da görmek isterdi ancak Fenerbahçe o maçta skoru kısa sürede 2-0'a getirerek Kayseri'nin direncini kırdı. Bizim bugün yapamadığımız şey buydu.

* Sonuç olarak puan kaybetme ihtimalimiz olduğunu düşündüğümüz bir maçtan beraberlikle ayrıldık ve puanlar eşitlendi. Üzücü olan nokta 2 defa öne geçtiğimiz bir maçta puan kaybetmemiş olmamız ancak maçın devamına baktığımızda 1 puanı kazanaç olarak ta görebiliriz. Bardağın ne tarafına bakmak istersek artık.

 Fenerbahçe'nin Kasımpaşa maçı çok ölçü olmayabilir ancak onların da 2. yarının ilk 5 haftasındaki maçlarda takım olarak sarfettikleri efora bakınca birkaç hafta içinde düşüşe geçmelerini beklemek çok yanlış olmaz. Dolayısıyla buradaki asıl mesele bizim tekrar bir yükseliş trendi yakalayıp yakalayamayacağımız. Beşiktaş maçından alınacak bir 3 puan, kısa vadede devamında Kasımpaşa-Gençlerbirliği- Konya galibiyetleriyle bir seri haline dönüştürülebilir. Bu da hem bizi tekrar liderliğe yükseltir, hem de ligin geri kalanı için en avantajlı takım yapar.

24 Şubat 2011 Perşembe

Trabzonspor ve Yabancı Transferleri-1- ALANZİNHO

Trabzonspor’un yabancı oyuncular konusunda genelde şanssız oldu ya da başka bir tabirle işi hep şansa kaldı. Şota, Syzmek gibi etkisi beklendiğinden fazla oyuncular kadrosuna kattığı gibi, Kiki Musamba, Marcelinho gibi beklenen etkiyi yapmayan birçok oyuncuyu da transfer etti. Elimden geldiğince Trabzonspor’un yabancı oyuncu politikası hakkında ve gelen yabancı oyuncuların performansları ile ilgili bir yazı dizisi yapmayı düşünüyorum. Mesela ara sezonda takımın en ihtiyaç duyduğu mevkiler olan ve belki oralara nokta atışı etkili oyuncular alınsa şampiyonluğu büyük ölçüde elde edebileceğimiz sol kanat ve forvet transferleri (ki ondan önceki senede ihtiyaç duyulan mevkilerdi) takım için nasıl bir etki yaptı. Neler bekleniyordu? Pawel ve Piotr kardeşler neler veriyorlar takıma? Önceki takımlarındaki istatistikleriyle değerlendirmeye çalışacağım (Geldiklerinden beri tam olarak oynamadıkları için şu anda bunu yapamıyorum o ayrı ileride takıma katkılarını yazacağım).Yabancı oyuncu dosyasına öncelikle Ersun Yanal döneminde ara transferde alınan ve bu hafta attığı çok kritik golle manşetlerde olan Alan Carlos Gomes da Costa kısaca Alanzinho’yla başlıyorum. Alanzinho geldiğinde Trabzonsporun Yattarının sağ kanatta yapacağı işleri yapacak bir sol kanat oyuncusuna ihtiyacı vardı. O dönemde AML/AMC tarzında oynadığı söylenen ve Norveçin en iyi oyuncusu seçilmiş olan Alanzinyo transfer edildi.

Hatta o zamanlar Erman’la Şansal hala Maraton programı yapıyorlardı ve Alanzinho’yu yere göğe sığdıramamışlardı. Şansal Büyüka Türkiye gelen hiçbir oyuncu ile ilgili bu kadar iyi şeyler duymadığını da söylemişti programda.

O sene beklenen etkiyi yapmadı Alanzinho, hep hazır değilim görüntüsü verdi. Şutları cılız kaldı. Seçimleri yanlış oldu. Ben solda da oynarım diye demeçler verdi. Birkaç maç dışında 90 dakika oynamadı. Ama gol attığında hep jeneriklik goller attı. 3 sezon oldu Alanzinho takıma geleli. Genel de yedek bekledi sonradan oyuna girdi. Yedek kalmakla ilgili hiç sorun çıkarmadı. Benim hatırladığım bir Galatasaray maçı haricinde bu haftaki Manisaspor maçına kadar da maçı kurtaran adam olmadı hep sonradan girip maçı hareketlendiren adam oldu. Alanzinho’nun maç istatistikleri de bunlar, transfermarkt sitesinden derledim.

Toplam geneline sonradan girilen 52 maç ve 2725 dakika oynamış Alan, yani ortalama maç başına 52.4 dakika yapıyor. Attığı gol 6 yaptığı asist 7. 4 milyon euro civarı transfer edilmişti Alanzinho devre arasında o sezon. Beşiktaş ise Yusuf (1.477.000 TL) ve Ernst’i(5.910.000 Tl) almıştı o devre arasında ve sezon sonunda şampiyon olmuştu. Biz ise Sivasspor'un ardından üçüncü olduk.
Sonuç olarak Alanzinho eğer 4 milyon civarı bir paraya alınmamış, yeni keşfedilmiş bir yıldız adayı olsaydı etkili sayılabilirdi ama verilen para, yaş ve etkiye bakıldığında, etkisiz bir yabancı transferi denilebilir. Ki şu anda değeri transfermarkt sitesinde 4.700.000 euro olarak görülüyor. Acaba gerçekten Alanzinho'ya o parayı verecekler mi merak ediyorum.

Bizi Şampiyon Yapmazlar!


Böyle bir psikolojik hastalık var evet. Bizi şampiyon yapmazlar hastalığı koydum adını... Trabzonspor taraftarının takım ne zaman zirveye oynasa nükseden, nüksettirilen hastalığı. Nüksetmesinin temelinde 96 sendromu ve Cem Papila olayının yattığını düşünüyorum. Nüksettirilmesi ise bizzat İstanbul medyası tarafından gerçekleştiriliyor. Takım puan farkını açmış dolu dizgin giderken bir bakıyorsunuz bir Hıncal, bir Erman, bir Ahmet çıkıp Trabzonspor'u şampiyon yapmazlar diyor ve Trabzonspor taraftarı hemen 'evet bizi şampiyon yapmazlar' moduna giriyor. Oysa taraftara sorsanız bu adamlar hiçbir zaman Trabzonspor'un iyi olmasını istemezler. Ee o halde demeçlerine ne diye hemen balıklama atlıyorsunuz deseniz 'ama bu konuda haklılar, bizi şampiyon yapmazlar' diyorlar... Madem bizi şampiyon yapmazlar ne diye şampiyonluk moduna giriyoruz o halde deseniz de cevap yok...

96'dan beri Fenerbahçe ile çekiştiğimiz her sezonda rakip aynı taktiği uyguluyor. Bu dediğimden kasıt işi hakemlerden, federasyondan bağlıyorlar değil kesinlikle. 96'daki maçta mesela verilebilir de verilmese olur da bir elle oynama sonucu gol yedik diye o maçı hakem katletti demek çok sudan bahane olur. Hem zaten 1-1 de bitse yeterliydi ama biz yenilmeyi becermiştik! Benim asıl kastım Fenerbahçe camiası ve kamuoyu olarak bize karşı psikolojik harp uygulayıp kazanıyorlar. Ali Şen konuşuyor, Aziz Yıldırım konuşuyor, Aykut Kocaman konuşuyor ve neticede bir şekilde bizi 'bizi şampiyon yapmazlar' psikolojisine sokuyorlar... Geçmişi bir kenara bırakırsak bu sene Aykut Kocaman'ın 'irdelenmeli' açıklamalarından sonra yine kendimizi kaybettik. En başta artık aşmış, yemiş, bitirmiş, yalamış, yutmuş ve dahi Nirvana'ya ulaşmış dediğimiz teknik direktörümüz Şenol Güneş olmak üzere... Aykut Kocaman'ın 2 cümlelik açıklamasına benim saydığım en az 3 kez basın toplantısı, televizyon ve maç sonu açıklamalarıyla cevap verdi Şenol Hoca. Bu bize ne kazandırdı? Kocaman bir hiç. Konu belki 1-2 günde gündemden düşecekken uzadıkça uzadı, tüm devre arası boyunca konuşuldu, Şenol Hoca gerildi, oyuncular gerildi ve hepsinden öte taraftar yine durup dururken 'bizi şampiyon yapmazlar' psikolojik rahatsızlığına sürüklendi. Ve gelinen noktada tüm sezonun kaderini şampiyonluk yolunda 3 puandan öte pek anlamı olmayan Fenerbahçe maçına yükledik. Normalde stresli olması gereken Fenerbahçe iken tüm stresi üzerimize aldık ve neticesinde kaybettik.

Son iki haftada alınan galibiyetler durumu biraz toparlasa da kalan 12 haftada aleyhimize verilebilecek en ufak hatalı bir karardan sonra taraftarın yine 'bizi şampiyon yapmazlar' psikolojisine döneceğine adım gibi eminim. Neden bizi şampiyon yapmayacaklar? İşte burayı anlamak güç. Bursaspor'u bile şampiyon yapmışlarken bizi neden şampiyon yapmazlar? Aziz Yıldırım ne kadar kudretli bir adamdır ki takımı son 5-6 sezonda 2 kez son haftaya lider girip şampiyonluğu kaybetti! Bu Aziz Yıldırım'dan mı korkuyor Trabzonspor taraftarı ve camiası? Hadi ilkinde Galatasaray ile yarışıyordu ve gücü yetmedi diyelim, peki Bursaspor'a da kaybetmiş Aziz Yıldırım'dan da mı korkuyoruz? Çok tuhaf gerçekten... Çok da saçma geliyor bana.

Bizi şampiyon yapmazlar hikayesi geçmişten günümüze yönetimlerin başarısızlıklarını örtmek için kullanılmasından içten içe hoşlandığı bir argümandı aslında. Ama geçen yıl Bursaspor'un şampiyon olmasıyla artık bu bahane ardına sığınmak hiçbir yönetimi, teknik adamı veya futbolcuyu kurtarmayacaktır. Herkes sormalıdır zira Bursaspor'un bile şampiyon olduğu yerde neden bizi şampiyon yapmayacaklar diye... Taraftar ilk karşı çıkan olmalıdır bu muhabbete artık. Ankaragücü, Antalya maçlarında boş kaleye, karşı karşıya atılamayan golleri sormalıdır taraftar hakemlerden önce. O golleri atacak adam lazımken neden alınmadığını, ya da alınan adamların neden o maçlarda ilk 18 de bile olmadığını sorgulamalıdır. Neticesinde gol attık da iptal mi etti hakemler? Tabii ki hayır...

Ha bir de özellikle geçen yıl Bursaspor'un şampiyonluğu için 'Aziz Yıldırım her şeyi ayarlamıştı ama Tanrı Bursaspor'un olmasını istedi' diyen taraftarlarımız da var. O halde onlara da dua etmelerini tavsiye ediyorum. Bizi şampiyon yapmazlar diye sağda solda umutsuzluk yayacağına, Tanrı Aziz Yıldırım'a rağmen bu sene de bizim şampiyon olmamızı sağlasın diye dua etseler bu işe daha büyük katkıları olurlar sanırım...

Ee ne diyorduk? Bizi şampiyon yapmazlar hemşerim. O Aziz Yıldırım yok mu ah o Aziz! ....

22 Şubat 2011 Salı

Manisaspor: 1 Trabzonspor:2 | Hayat Varsa Umut Vardır

* (Gençlerbirliği, Konya, Gaziantep maçlarından sonra) Bu sezon 4. kez geriden gelerek maç kazandık. Bu daha önceki yıllarda çok yapabildiğimiz birşey değildi.  Bu 4 maçın diğer bir ortak yönü de bu maçlarda özellikle geriye düştüğümüz anlardan itibaren maçları çok iyi bir futbol oynayarak çevirmemiz.

*Yukarıdaki durumun aksine bizim öne geçip devamında rakibin oyunu dengeye getirdiği 4 maçın 2'sinde puan kaybetmişiz (iç sahadaki Manisa ve Ankaragücü maçları) Rakibin dengeye getirmesine rağmen kazandığımız 2 maç ise deplasmandaki İBB ve Sivasspor maçları -ki bu 2 maçı da çok iyi oynamadan kazandığımızı itiraf edelim. Rakibin geriden gelip eşitlik sağladığı bu maçları deplasmanda(her ne kadar İstanbul deplasman sayılmasa da) kazanıp iç sahadaki maçları tekrar lehimize çeviremememiz dikkat çekici.

* Bir arkadaşla Pazar günü Alanzinho hakkında konuşurken attığı gollerin % 90'ının insanlık dışı goller olduğundan bahsediyorduk ki o da bizi doğrulama gereği hissetti sanırım. Ancak maç kazandırdıktan sonra dahi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; ben hayatımda Alanzinho kadar yeteneğine ihanet eden bir adam görmedim. Daha doğrusu bu kadar yetenekli olup ta futbol zekası bu kadar düşük başka bir adam görmedim. Oyuna girdiğinde gerçekten oyunu,takımı hareketlendiriyor ama ne zaman şut atıp ne zaman pas atacağına bir türlü doğru karar veremiyor. Daha doğrusu karar bile vermeiyor çoğu zaman.  Bize bu şekilde 1-2 maç daha kazandırsın yeter. Kendisiyle alakalı büyük beklentilerim yok.

* Senelerdir kalecilerinden ağzı yanan bir takım olarak Allah'a şükür ki artık Onurumuz var. Şu anda hala lidersek en büyük pay tartışmasız Onur'un.

*Burak büyük takım(!) oyuncusu gibi oynamaktan bir türlü vazgeçmiyor. Verdiği röportajlarda Şenol Güneş'ten etkilendiği belli oluyor ve gerçekten içine Şenol Güneş kaçmış gibi konuşuyor ama adama sahaya çıkınca bir haller oluyor. Sürekli el kol hareketleriyle rakip tribünü geriyor ve rakip taraftarların oyuna müdahil olmalarına yol açıyor. Bir de hemen her pozisyonda şark kurnazlığı yapmanın peşinde. Dün sarı kart gördüğü pozisyonda hakemin gözünün önünde ayağına rakibe takıp faul almaya çalışıyor. Sarı kartı görünce de utanmadan hakeme itiraz ediyor. Burak'ın bu hallerini gördükçe aklıma Beşiktaş'ta topu eliyle düzelterek ilk golünü attığı Konya maçı ve maç sonrasındaki pişkin açıklamaları geliyor. -Hiç ümidim yok ama- umarım bu hareketlerine  bir son verir.

*Dünkü maçtaki Serkan hem savunmada hem hücumda son zamanlarda gördüğüm en etkisiz Serkan performanslarından birisiydi. Geçen hafta Sivas'ta da Grosicki karşısında zor anlar yaşamıştı. Bu hafta Amrabat karşısında neler yapacak göreceğiz. Şenol Hoca daha iyisini bilir tabi ama Cale'nin yerine de Piotr'da biraz daha ısrarcı olmakta fayda olabilir.

* Jaja'nın aklı dün ilk yarıda neredeydi bilmiyorum ama şampiyon olacaksak bize her maç en az 60 dakikalığına Jaja'nın dünkü 2. yarı performansı lazım.

* Son haftaların formsuz adamı Umut ta dünün iyilerindedi. Attığı gol haricinde de iyi bir maç çıkardı. Umut uzun süre gol atamayıp sonrasında siftahı yapınca genelde seriye bağlar. Kayseri maçında devamını bekliyoruz. Ligdeki 100. golünü memleketinin takımına atarsa hemşerileri kendisine kızmazlar umarım. :)

*Son 2 haftada aldığımız 2 galibiyetle 2. yarının ilk 5 haftasında 8 puan toplamış olduk. Kayseri'yi de yenersek ilk yarının 6. haftasında topladığımız 11 puanı 2. yarının 6. haftası itibariyle de toplamış olacağız. Umutsuzluğa gerek yok!