12 Aralık 2011 Pazartesi

(Sistemin Uşağı) Olmak ya da Olmamak


     "Böyle gelmiş, böyle gider."  Kolaycıların,statükocuların en sevdikleri, kendilerine motto olarak kabul ettikleri cümle.

     Onların mantıklarına göre Türkiye'de her alanda geçerli belli bir sistem var. Siz de bir yerlere gelmek istiyorsanız o sistemin bir dişlisi olmak zorundasınız. İstediğiniz gibi at koşturabilmeniz için belli mevkilerde tanıdıklarınızın olması lazım. Sonrası zaten kolay. (Bkz. GG)

     İstisnalar hariç TBMM'yi işgal eden vekillerin çoğu da bu sebeplerle vekil olma yolunu seçiyorlar. Ve sonrasında da bulundukları konumu korumak, dokunulmazlık zırhından mahrum kalmamak, Türkiye'de seçilmiş 550 önemli kişi biri olmanın hissettirdiği egodan mahrum kalmamak için kısa sürede sistemin dişlisi haline dönüşüyorlar. Dönüşmeyenleri ise sistem kendi içinde ayıklıyor zaten.

     Yukarıda yazdıklarım bilmediğim hususlar değildi. Ancak Cuma gecesi TBMM'de gerçekleştirilen Spor'da Şiddeti Önlemeye Yönelik 6222 Sayılı Kanunu'nun değiştirilmesi konusundaki görüşmeleri izledim ve düşüncelerimde yanılmadığımı bir kez daha teyit etmiş oldum.

     Yasanın değişimini savunan ve söz alan isimlerden en çok dikkatimi çeken isim ana muhalafet partisi milletvekili oldu . Konuşmasının hemen başında "Şike yoktur,yapılmamıştır" minvalinde bir şey söyledi. Yanlış görmediysem yakasında da FB rozeti vardı (kesin vardı diyemem). Ve sonrasında 20 dakika boyunca demagoji yaptı durdu. Merak edip kişisel internet sayfasını ziyaret ettim. Özgeçmişinde şöyle bir ibare var; "Hep solcu oldu. Hep emekten yana durdu".

     Özgeçmişine büyük bir gururla bunları yazan insan, iddianamenin açıklandığı gün(yani görmek isteyen birisi için her şey ayan beyan ortaya çıkmışken) konuşmasına "Şike yapılmamıştır" diyerek başlıyor.. Vay be!

     Aynı şekilde ana muhalefet partisi temsilcisinden önce ve sonra konuşan hükümetin ve diğer muhalefet partisinin vekilleri de demagojiden başka bir şey yapmadılar.

     Trabzonlu vekiller mi? Onları hiç sormayın zaten...

     Halbuki ilk söz alan Sırrı Süreyya Önder'in sorusu "Niye?" ve madde görüşülmeye başlandıktan sonra söz alan Hasip Kaplan'ın sorusu "Bu aceleniz neden?" gayet açık ve netti. Cevabı olan bir insan için cevaplaması çok basit sorulardı..Ama cevabı olan bir insan için. Sistemin dişlilerinden birisi olmaya uğraşan bir insan için değil.

     "Beni radyasyon değil Türkiye'deki sistem kanser etti" demişti bir keresinde rahmetli Kazım Koyuncu. Onu alıp götüren sistem bizi de yiyip bitirmeye devam ediyor. Zira sistemin çarklıları hallerinden ve yaptıklarından memnun bir şekilde, vicdan azabı duymadan yaşamlarını devam ettiriyorlar. Güçlülerin duymadıkları bu azabı "Sistem neden böyle? Ülkemiz neden böyle? Biz bunu haketmiyoruz" diye düşünen ve sistemin bu şekilde olmasını kabullenemeyen bizler çekiyoruz. Ve bu da bizi kanser ediyor/edecek.

     Sistemin mevcut Federasyon Başkanı Mehmet Ali Aydınlar. Gencecik oğlunu bir trafik kazasında kaybetmiş bir baba. Yani dünya işlerinin ne kadar fani ve boş işler olduğunu en iyi bilen/bilmesi gereken insan. Ancak son günlerde gazetelere düşen telefon görüşmelerinden pek de öyle olmadığı gözüküyor. Bulunduğu mevki gereği tek yapması gereken adalet dağıtmak ancak buna pek de niyeti yok gibi gözüküyor. Kendisine ve nezdinde sistemin tüm çarklarına rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun şu sözlerini hatırlatmak istiyorum:

    "... Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. ..." 

     Kısa süre önce kutsal toprakları ziyaret etmiş, muhafazakar kimliğiyle bilinen bir insandan, mevzu doğruluk,dürüstlük,kul hakkı yememek olunca daha fazlasını beklememiz çok da anormal değil sanırım. Ancak beklemekle kalacağımızın da farkındayız ne acıdır ki...

     Son olarak tüm bu hususları bırakıp değiştirilen yasaya dönecek olursak;  şu ana kadar kimsenin tartışmadığı ve benim de hiç bir şekilde anlayamadığım bir hususu paylaşmak istiyorum.

     Şöyle ki; bu yasanın değiştirilmesi için Süper Lig'deki 18 takımın başkanının imzası alındı. Sanıyorum yasa Nisan'da çıkarken de aynı şekilde. Bilmiyorum uygulama gerçekten bu mu yoksa basına mı yanlış yansıyor ama; bu yasa Sporda Şiddeti Önlemeye Yönelik Yasa değil mi? Spor'da yani, Süper Lig'de değil.

    Peki yasayı değiştirmek,yasayı çıkarmak için neden 18 kulubün imzası yeterli oluyor? Türkiye'de onbinlerce futbol,basketbol,voleybol,güreş vs kulübü yok mu? Bu yasa tüm spor dalları için geçerliyse kimse onların fikirlerini neden sormuyor? Spor = Futbol mu?

   Demem odur ki; sistemi neresinden tutsak elimizde kalıyor...

   (Sistemin Uşağı) Olmak ya da Olmamak... İşte bütün mesele bu...

    
    


   

1 yorum:

  1. Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Tebrikler. Her zaman yapılabilecek bir şeyler vardır desek de yapacak bir şey yok işte. En iyisi taşımızı atıp oyundna çıkmak galiba.

    YanıtlaSil